Zorlu bir yolculuğun sonuna yaklaşmıştık.
Koca bir sezonda bir sürü şey başımıza gelmişti.
Elim bir trafik kazası, stadın ortasında futbol tarihine not düşülecek bıçaklı bir saldırı, “garip ama gerçek” denilen bir Ordu ve daha sonra şike operasyonuna konu olan bir Giresun maçı… Tüm bu zorluklara rağmen , korku ve gerilim dolu bir filmin finaline artık ramak kalmıştı.
Heyecan doruktaydı.
7 Mayıs gecesi evlerimize çekildiğimizde her birimiz terapiye ihtiyacı olan bir hasta gibiydik. Bir gün sonra iki aşkı bir arada yaşayacak olmanın heyecanıyla sabahı sabah etmiştik. Biri her sene ısrarla ve minnetle annelerimize sunduğumuz aşk... Diğeri ise neredeyse 30 yıldır birbirinden ayrı kalan aşıkların buluşmasına edeceğimiz şahitlikti.
Ertesi gün uykusuzluğun bile tesir etmediği bir bedeni yataktan kaldırıp yola düşüren bu duyguya kapılan binlerce insan TSG stadyumunun çevresinde kümelenmeye başladı. Evden çıkarken annelerinin elini öpüp “senden öte yar olmaz” diyenler, bir günlüğüne de olsa arma aşkı için analarından izin ve helallik aldı. Seferberlik emri çıkmış her vatan evladı gibi TSG’yi kışla belledi şeytanlar, o gün… Dört koldan aktılar, formaları sırtlarında, atkıları boyunlarında, bayrakları ellerinde ve en önemlisi aşkları yüreğinde…
Mahşer yeri gibiydi…
O gün kendime verdiğim sözü tuttum ve formamı sırtıma geçirip stada gittim bir taraftar gibi. Ne not tutmak, ne maçı yorumlamak ve ne de tek satır bir yazı yazmaktı, beni o stada götüren sebep. Bu defa gerçekten Mersin İdman Yurdu’nun ta kendisiydi...
Kısacası herkes gibi benim için de sözün bittiği yerdeydik o gün..
Maçın başlamasına dakikalar vardı.. Hınca hınç dolmuştu tribünler. Ve o an sahanın ortasına usul usul biri yaklaşıyordu. Kolları havadaydı ve elleri her tribüne hükmedecek kadar uzundu. O, tribün lideri Aynalı Reis’in ta kendisiydi.. Bir anda sahanın ortasına geliverdi. Şaha kaldırdığı tribünleri işaret parmağını dudağına götürdü ve bir anda sessizliğe gömüverdi. Ve saydı .. Hem yüreği, hem de bedeniyle.. 1-2-3 .. ..
İşte o an kıyamet koptu..
İşte o an bu maçın tek sonucu olabileceğini anladığımız, andı.
44’te Adem Büyük attı..Yol yarılandı.. İkinci yarıda ise Nduka sahanın ortasına diz çökerek galibiyeti perçinleyen golün muhteşem pozunu verdi. 29 yıllık hasreti sona erdiren düdüğü çalan hakeme sarılan Hasan Üçüncü bu galibiyetin ne anlama geldiğini anlatan en değerli enstantane olarak hafızalarımıza kazındı. Ve sonrası tarifi imkansız bir duygu patlamasından ibaretti.
Arkadaşlarını şampiyonluk yolunda geçirdiği trafik kazası sonucu yalnız bırakan Mustafa Aydın’ın “Keşke sahada bende olsaydım” hüznü..
Eski yönetici olan babasını kaybeden NTV Spor editörü Emek Ege’nin hasret ve mutluluk gözyaşları..
Teknik Direktör Nurullah Sağlam’ın toplantı salonunda boğazına düğümlenen anneler günü mesajı..
Ve sezon boyunca yalnızlık senfonisini söyleyen Başkan Ali Kahramanlı’nın şampiyonluk şarkılarına bir çocuk gibi eşlik edişi..
Muhteşem bir gündü…
Ve usulca orada kaldı..
Çeyrek asırdan fazla süren özlemin sona erdiği bir gün hak ettiği değeri maalesef bulamadı.
Sadece taraftarların fan sayfalarındaki profil resimlerinde ve paylaşımlarında hayat buldu, o muhteşem ve unutulmaz gün..
Sadece o kadar..
Kuruluş yıldönümü bile 3-5 kişi ile kutlanan bir kulübün, en azından yakın tarihinde kan ve terle elde edilmiş bu muhteşem başarıya sahip çıkmasını beklerdik ama o da olmadı..
Sonuç olarak; 8 Mayıs kronik hastalığımız olan balık hafızamıza ve nankörlüğümüze kurban oldu gitti.
Geçmiş ola....