8 Mayıs 2011…
Mersin İdman Yurdu Boluspor’u yendi, Süper Lig’e çıkmayı garantiledi. Tevfik Sırrı Gür’de kıyamet koptu!
Bir bahar havasıydı; gün güneşli, insanlar neşeli!
* * *
Cumartesi günü, 8 Mayıs 2011’deki havaya benzer bir hava vardı Mersin’de; güneşli, sıcak; Tevfik Sırrı Gür Stadı’nın çim zemini ikindi güneşinde pırıl pırıl, aydınlık…
Fakat o günden farklı olarak, insanlar neşesiz, mutsuz, suskun…
Çünkü herkes biliyor ki, yense de, yenilse de Mersin İdman Yurdu ligden düşecek!
* * *
Maçtan sonra, Mersin İdman Yurdu’nun iki sezonluk Süper Lig konukluğunu düşündüm!
Bir filme benziyordu her şey…
Hani bir ağa vardır; önce politikacılar kandırır ağayı, sonra marabalar malını mülkünü, mahsulünü yağmalar…
Bir umut, şehre taşınır ağa…
İyi kötü sermayesi kalmıştır elinde; yeni bir şehir, yeni bir umuttur…
Ama o kadar beceriksizdir ki…
Market açar batırır…
Bir araba alır, domates yükler, arabayı kaptırır…
Altın bozdurur, parasını ceketin cebine koyar, namaza gittiği camide ceketi çaldırır…
Her beceriksizliğin sonunda bir eşyasını satar…
Ev kirasını veremez, evine ekmek alamaz olur…
Bir gün yüzüğünü, sigara tablasını, çakmağını verir kahyasına, ücret niyetine…
Ve bir gün körüklü çizmesini satar eskiciye…
Sonunda ayağında bir çift yırtık terlik, elinde bir çiğ köfte tepsisi, karışır İstanbul’un kalabalığına:
-Haydi çiğköfte!
En iyi yaptığı iş odur çünkü… Bir tek çiğköfte yapmak gelir elinden…
* * *
Mersin İdman Yurdu, Süper Lig’e çıktığında, sermayesini cebine koyup İstanbul’un yolunu tutmuş Züğürt Ağa gibiydi işte…
2 sezonda 3 teknik direktör, 50’ye yakın oyuncu aldı; ne iş yaptıysa batırdı, sermayeyi tüketti, borçlandıkça borçlandı...
Kirasını ödeyemez, kahyasına para veremez oldu…
Büyük şehir, Züğürt Ağa’yı yuttu!
* * *
Şimdi, Züğürt Ağa’nın kahyasına ‘Hadi git sen’ deyip ağlamaklı olması gibi…
Elde avuçta ne var ne yok oyuncularına dağıtacak, ‘Hadi siz gidin’ diyecek, kendisi ayağında bir çift yırtık terlik, bir çiğköfte tepsisi ile alt ligin yolunu tutacak…
Şanlı, görkemli bir mazinin buruk anısını, yırtık terliklerinin altında sürüyerek yürürken, belki beş, belki on yıl sonra, çocuklar uzaktan bakacaklar ona:
-Ağaymış bir zamanlar! Hep batmış